top of page

Yeni Çağda Ebeveyn Olmak

Günümüzde, değişen hayat koşulları, çocukların yeni sosyal çevreleri, teknolojik ilerlemeler gibi faktörlerin de etkisi ile ebeveyn ve çocuk ilişkileri bazı farklılıklar göstermeye başladı. Aslında baktığımızda temelinde değişen bir şey yok. Sağlıklı aile ortamı dediğimizde eskiden olduğu gibi günümüzde de akla mutlu çift ilişkisi olan ebeveyn ve gelişimi desteklenen, ihtiyaçlarına cevap alan ve istenen bir bebek geliyor. Fakat nedir değişen dediğimizde; aile ortamı içerisinde bireylerin yaptığı paylaşımlar, yetiştirme şekilleri, “iyi ebeveyn” dendiğinde akla gelen ebeveyn özellikleri, çocukların ihtiyaçları ve beklentileri, ailelerin beklentileri değişen hayat şartlarına uyum sağlamış ve konuyla ilgili bilenen bir çok doğrunun güncellenmesine sebep olmuştur. Bunu en çok nereden anlıyoruz dersek günlük hayatımızda çokça kullandığımız veya kulağımıza çalınan “bizim zamanımızda” diye başlayan cümlelerin sayısının artmasından anlayabiliriz.



Bakıldığında bahsettiğimiz tüm değişikliklerin temelinde yatan en büyük sebep tabi ki teknoloji. Teknolojinin hayatımızdaki yeri arttıkça gerek ihtiyaç ve beklentilerde gerekse günlük hayat akışımızda bir çok yenilik ortaya çıktı. Örneğin, eskiden akşamları bütün aile tek bir odada vakit geçirebilirken şimdi herkesin odasında ayrı bir televizyon veya bilgisayar var ve aileler eskisi kadar sık beraber vakit geçirememekten şikayetçi. Başka bir örnek, daha önce bilgi edinebilmek için büyüklerimize danışmamız veya evlerde kitaplıkta en çok yeri kaplayan ansiklopedilere başvururken ve şimdi bütün bilgiler avuç içine sığan cihazların içerisine sığdırıldı. Dolayısıyla çocukların çok küçük yaştan itibaren maruz kaldıkları bilgi ve uyarılar geçtiğimiz zamanlara oranla büyük miktarda arttı ve kontrolü de bir o kadar zorlaştı. Günümüzde çocukların şiddeti nereden öğrendiğini düşündüğümüzde çok uzağa gitmeden izlediği bir videodan veya oynadığı bir oyundan görmüş olabileceğini düşünüyoruz. Ama bir yandan da teknoloji çağımızın artık vazgeçilmezi ve bunlardan korunmanın yolu çocuğa teknolojiyi yasaklamak değil. Gerek çağa ayak uydurmak, gerek sosyal açıdan gelişimine katkı sağlamak, gerek eğitimde STEM, kodlama gibi yeni nesil derslerin katkısını düşündüğümüzde teknolojinin katkıları da göz ardı edilemez. Dolayısıyla yapılması gereken çocuğa teknolojiyi yasaklamak değil, işlevsel kullanmayı öğretmektir. Konuyla ilgili uzmanların önerileri, çocukların yaşlarıyla orantılı teknolojiye maruz bırakmaktır. Örneğin, 0 – 2 yaş döneminde çocuğunuza kesinlikle tablet kullandırmamanız gerekmektedir. 2 – 6 yaş dönemi arasında seyrek zamanlarda, oldukça az kullanması, hatta mümkünse hiç kullanmaması; 6 – 8 yaş döneminde ise akademik zamanı ve görevleri dışında günde yarım saat anne – baba denetiminde kullanması önerilmektedir. Tüm bunların yanında tabi ki teknolojinin keyifli yanlarını keşfetmek onlar için değerli ama tüm bunların yanında teknolojinin oyun oynamak veya video izlemenin dışındaki yararlarından bahsetmek çocuğu bu alanlarıyla da teknolojiyi kullanmaya özendirmek önemli.

Tabi teknolojinin gelişimi, bilginin artık ulaşılabilir olması akıllara eğitimle ilgili de bir çok soru getirmektedir. Çocuklarımızın çoğundan duyduğumuz “ben bunları internetten öğrenebilirim neden okula gidiyorum ki” feryatları aslında tamamen haksız da sayılmaz. İşte tamda burada okulların ve ailelerin değişen sistemleri giriyor devreye. Bu değişime ayak uydurmak, 21. Yüzyılın gerekliliklerini barındırabiliyor olmanın bir çok avantajı olduğu kadar dezavantajı da oluyor elbet. Eğitim sistemimizde de buna bağlı olarak artan rekabet gerek çocukların gerekse ebeveynlerin üzerine bir çok yük bindiriyor. Akademik başarı, sınav hazırlıkları, hafta sonu kursları, sosyalleşme aktiviteleri… gibi daha sayabileceğimiz bir çok faktör ailelerde yükü arttırırken beklentileri de beraberinde arttırmakta. Herkesin aklında “mutlu çocuk” mu “başarılı çocuk” mu sorusu. Aslında düşündüğümüzde bu iki kavramı birbirinden ayırmak çokta doğru gelmiyor bana. Mutsuz bir çocuğun başarılı olması veya mutlu bir çocuğun başarısız olması çokta gerçekçi değil. Burada dikkat çekmek istediğim en önemli nokta her çocuk ve her aile birdir, tektir ve özeldir. Her aile için evrensel bir doğrudan bahsetmemiz doğru olmaz. Yapılması gereken “mutlu” ve “başarılı” derken ne demek istediğimizdir, beklentilerimizin iyi farkına varmamız ve çocuğumuzu iyi tanımamız gerekir. “Başarılı” çocuğu tanımlarken aile nasıl tanımlıyor, “mutlu” olmak için çocuğumuzun nelere ihtiyacı var; bunları netleştirdiğimizde sorunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkıyor zaten.



Tabi tüm bunların ışığında, değişen hayat koşulları sonucu kaçınılmaz olarak ortaya ebeveynlik stilleri de değişmeye başladı, bunlardan da bahsetmek isterim. “Benim zamanımda babam bize gözünü açardı biz susardık” günümüz çocuklarına çokta uymayan bir stil. Fakat bir yandan buna karşılık “biz kızımla arkadaş gibiyiz” cümlesi de yeni nesil annelerden çok duyduğumuz bir cümle. Yani aslında anne babalar olarak değişime ayak uydurma metotlarımız farklı ve dolayısıyla ortaya helikopter ebeveynlik, yavaş ebeveynlik ve minimalist ebeveynlik olarak tanımladığımız yeni stiller çıktı.


Helikopter ebeveynlik terimi, bir çocuğun annesi hakkında “helikopter gibi başımda dönüyor” demesi ile literatüre girmiştir. Helikopter anne-babalar, çocuğun her şeyine yetişmeye çalışan, onun etrafında adeta pervane olan ebeveynlerdir. Yorulmak bilmezler ama aslında bu davranışlarının kökeninde yoğun bir kaygı barınmaktadır. Helikopter ebeveynler, çocuklarının yapabilecekleri sorumlulukları kendileri gerçekleştirirler. Örneğin, çocuklarının tüm derslerini onunla birlikte yaparlar, hatta bazen çocuklarının katılımı olmadan onların ödevlerini tamamladıkları bile olur. Mesela, “sınavımız var” gibi bir söylem, helikopter ebeveynlerin kullanabileceği bir söylemdir demek yanlış olmayacaktır. Ayrıca bu ebeveynlik stilinin hakim olduğu anne-babalar çocuklarına aşırı odaklıdır; sürekli olarak tetikte ve gergindirler. Çocuğun gideceği etkinlikler, ödevleri, dersleri, sınavları, drama kursları her şeyden çok daha önemlidir ve ailenin başka aktiviteler yapıp sosyalleşmesini engeller. Bu ebeveynlik stilinin en belirgin özelliklerinden biri, aşırı koruma ve kontrolcülüktür. Bu tutuma sahip ailelerin çocuklarının ileride, kendi kararlarını kendileri vermekte zorlanan, yeterlilik duygusuna sahip olamayan, problem çözme becerilerinde zorluk yaşayan, ebeveynlerine bağımlı bireyler olma olasılıkları yüksektir.

2008 yılında New York’lu köşe yazar LenoreSkenanzy ‘’9 yaşındaki Oğlumun Kendi Başına Metro ile Seyahat Etmesine Neden İzin Verdim’’ başlıklı bir makale yazısı yazdı ve böylece Yavaş Ebeveynlik anlayışı basın dünyasına ayak basmış bulundu. Yavaş ebeveynlik stili, spontanlıktan yanadır. Yavaş ebeveynler, çocukların hayatlarında bolca plansız etkinlik olması gerektiği savunur. Örneğin, çocuğun basketbol antrenmanından çıkıp piyano dersine yetişmeye çalışmalarındansa, mahalledeki veya sitedeki arkadaşlarıyla birlikte oyun oynamasına öncelik verirler. Ayrıca yavaş ebeveynler, çocuklarının bağımsızlık kazanmasına imkan tanırlar. Çocuklar git gide artan bir sorumluluk duygusuna sahip olurlar; yeni şeyler denerler ve zorluklar karşısında tek başlarına mücadele verirler.

Yavaş ebeveynler, korku ile hareket etmezler, örneğin çocukları arkadaşları ile bahçede oynarken arada sırada düşüp kalksalar ve ufak kazalara maruz kalsalar bile, istedikleri gibi oynayabilmelerinin onlar için önemli olduğuna inanırlar. Tabi bu ilgisiz olmak demek değildir; yavaş ebeveynler çocukları güvende olduğu sürece, deneyimlerinde ders almaları için onlara özgürlük tanımaktadırlar. Yavaş ebeveynlik konusunda fikir ayrılıkları bulunmaktadır. Kimi ebeveynler, çocuklarının bu denli özgür yetişmesinin riskli olduğunu düşünseler de, bazı ebeveynler ise aşırı korumacılığın çocuğun gelişimi için daha büyük tehlike arz ettiğine inanmaktadırlar. Burada da aslında yanlış veya doğru yoktur, sizin ihtiyacınıza yanıt veren, sizin değerlerinizle örtüşen hangisiyse sizin için doğru olan odur.

Minimalist ebeveynlik ise ebeveynlerin arzulanan aile hayatını yaşayabilmek için ihtiyaç duydukları her şeye aslında sahip olduklarını savunur. Minimalist ebeveynler, kendilerine, işlerine ve ilişkilerine odaklanırken bir yandan ebeveynliği de tam anlamıyla başarabilirler. Çünkü minimalist ebeveynler bollukla savaşmazlar; yani onların hayatında çok fazla seçenek, çok fazla eşya, çok fazla oyuncak, çok fazla görev yoktur. Minimalist ebeveynler ilk olarak kendilerini tanımaya odaklanırlar; ilk olarak kendi değerlerini belirlerler, daha sonra ailelerini tanımaya çalışırlar. Minimalist ebeveynler kendilerinin ve ailelerinin değer yargılarını farkına varmaya başladıktan sonra, kararlarına güvenmeye de başlarlar. Karar verme konusunda sadelikten yanadırlar. Bir kaç seçenek arasından, kendi aileleri için doğru olan kararı verirler. Fazlalıklardan arındırılmış sade bir yolun çocuklarının keşfetmesini, esneklik geliştirmesini, kalıcı ilişkiler kurmasını sağlayacak bir yol olduğuna inanırlar.

Toparlarsak aslında her dönemde çocuk büyütmek belli bir mesai ve özveri gerektiriyor ve her dönemde bu işin kendine has zorlukları var. Günümüzde çocuk büyütmenin zor yanları olduğu kadar eskiye baktığımızda işimizin kolaylaştığı anlar da var. Eskiden biri eve geç kaldığında meraklanırken şimdiki teknolojiyle haber alabiliyor birde üstüne haritada nerede olduğunu bile görebiliyoruz. İnsan doğası gereği işini kolaylaştıran bu ve bunun gibi getirilere çabuk adapte olurken, oluşan değişikliklerin yarattığı sıkıntılardan şikayet edebiliyor. Yapmamız gereken çocukla ilgili yapılan her işte olduğu gibi öncelikle çocuğu tanımak, beklentilerimizi ayarlamak ve orta yolu bulmak, sonrasında işleri doğal akışına bırakmaktır. Çocuk gelişimine dair doğruların çürütüldüğü bu süreçte kesin doğruların olmadığını ama işlevsel olanın çocuğun gelişimini desteklerken kendimizi de göz ardı etmemiz gerektiğini unutmamak gerekir.

Uzm. Psk. Sesil Kalender

106 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page